23 Aralık 2011 Cuma

2012'ye Girerken...


2011 yılı, İstanbul’daki turizm sezonu için olabilecek en iyi yıllardan bir tanesiydi... 

Burada, gerek talebin yükselen bir trendde olması gerekse yıllardır hareketsiz olan dövizin yukarı tırmanmasından dolayı özellikle konaklama sektörünün yüzü güldü. Ancak unutulmaması gereken bir şey var! O da ürünümüzün % 60’ını pazarladığımız Avrupa’nın ve % 30’unu pazarladığımız diğer batı ülkelerinin aynı yıl içinde ekonomik sıkıntılarının artması. Bu nedenle, problemi birebir görmeden, yaşamadan önce 2012 beklentilerimizi tekrar gözden geçirmemize, alınacak tedbirlerin ve ikame edilecek stratejilerin oluşturulmasına gerek olduğu...

Burada çok açık görülüyor ki dünyada yavaş yavaş alım gücü batıdan doğuya doğru kaymaktadır. Dolayısıyla artık pazarlama stratejimizi de buna göre yeniden gözden geçirmek elzemdir.

İstanbul birkaç yıl öncesine kadar maksimum 20 bin odası olan bir turizm sektörüyle pazarda iken, şimdi 70 bin odaya kadar ağırlama olanağı olan ve aynı oranda istihdam gücü barındıran önemli bir kaynak haline gelmiştir. 

“İstanbul” 8000 yıllık bir marka.  Ancak, bu kaynağı artık başıboş bırakmak mümkün değildir. Bu konunun bugünü ve yarınının çok ciddi olarak öngörülüp planlanması gerekmektedir. 

Bu vesile ile hepinize mutlu, bereketli, sağlık ve sevgi dolu bir 2012 diliyorum...

Kathmandu İzlenimleri...


Geçtiğimiz ay sonunda Uluslararası Otelciler Birliği’nin (IH&RA) 49. Genel Kurul Toplantısı için Katmandu’ya 5 gün süren bir ziyarette bulunduk… Böylece uzun bir aradan sonra bu coğrafyayı tekrar görmüş oldum... 

Nepal, 70’li yıllarda dünyada cenneti arayanların, 90’lı yıllarda da doğa ve onun zorluklarıyla birlikte olmayı hayal eden insanların buluştuğu bir yerdi…Şimdi ise kendine turizm açısından yeni bir hedef arayan bir ülke durumunda. Son yıllarda terörün siyasi karışıklıkların dünya kamuoyunda öne çıkmasıyla doğa turizminin güvenliği endişe yaratmış dolayısıyla bu turizmden aldığı payda da kayda değer bir azalma olmuş. Terörün kırsal kesimde yaratmış olduğu korku ve işsizlik, ülke insanlarını kentlere doğru sürüklemiş, dolayısıyla kentlerin doğa ile bütünleşmesi, konut, insan ve hava kirliliği kaosuna dönüşmüş.

Ağırlıklı olarak hinduist olan toplumun en önemli özelliklerinden birisi güler yüzlülükleri ve yumuşaklıkları. Buna rağmen, havalimanında karşılaştığımız bürokratlar ve kamu yöneticilerinin sert ve asık yüzlü halleri tam bir kontrast.

Ülkenin en ilginç yanlarından birisi de şu anda ülkeyi idare eden partinin birkaç yıl öncesine kadar terör faaliyetlerini idare eden Maoist bir örgüt olması! 

Zaten ülkenin şu andaki en sağ partisi ise ılımlı “Komünist Parti”si. Bu da bizim coğrafyada rastladığımız aşırı sağ ile ulusalcı sağ arasındaki yelpazenin tamamen tersi olan bir durum. 

Ortak tarafımız ise turizmi yöneten kadrolarda hedeflerin aynı bizdeki gibi “sayısal” hedefler olması (“-…bu yıl 800 bin kişi biz ziyaret etti, önümüzdeki yıllarda hedefimiz bu rakamı 2 milyona çıkarmak!”) ama sürdürülebilir turizm ve verimlilik konusunda hiçbir endişenin olmaması.

Velhasıl, sürgün Tibet’lilerin bulunduğu Budist manastırları, “reenkarne” olmuş “Dalay”ları ve Himalaya Dağları ile Nepal, insan hayatında en az bir kere ve mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir ülke…