5 Ağustos 2010 Perşembe

Ramazan Yaklaşırken...

Ramazan etkinlikleri kültürümüzün çok az erozyona uğramış ögelerinden bir tanesi. Hatta herşeyi çok çabuk tükettiğimiz şu son 50 yılda onların en az darbe alanlarından biri. Mahallemiz olan Sultanahmet'te on - on iki yıl önce son derece kaliteli olarak başlayan ramazan ayı ve onun etrafındaki etkinlikler ise zaman içinde gerek siyasi gerek ekonomik rantlar yüzünden tüketilmiş ve bu yüzden ilgili sivil toplum örgütleri tarafından haklı eleştirilere muhatap olmuştu.

İstanbul 2010 ile birlikte bu etkinlikler de tekrar ele alınmış, Sultanahmet Meydanı'nda kurulan yiyecek içecek standlarının Beyazıt'a taşınmasına karar verilmişti. Ayrıca şu anda planlanmakta olduğunu gördüğümüz başka bazı ilginç kültürel etkinlikler de var. Dahası artık kırsal Anadolu kasabalarında dahi düzeysiz sayılabilecek etkinliklerden daha kentsel ve evrensel etkinliklere doğru bir kayma da sözkonusu.

Öte yandan Türkiye'de ilk kez düzenlenen "Ramazanda Caz" programında da Ahmet Cemal, Yusuf Dhafer, Anouar Brahem, Kutsi Erguner gibi islam dünyasının yakından tanıdığı virtüozlerin İstanbul'a gelerek bu etkinliklere katılacak ve böylece bütün dünyanın dikkatini "Ramazan'da İstanbul"a çekecek olmaları son derece sevindirici.
 
Ancak, bu etkinlikler başlamadan Ayasofya Meydanı'nda kurulan o devasa çadır da hala ruhen kentlileşemediğimizin bir kanıtı mı acaba?

Esasen İstanbul'un gerek konumu gerekse kültürel birikimi Ramazan ayının sadece islam dünyası için değil, bütün dünya için merak edilecek, bu süre içinde orada olunması bir ayrıcalık olarak görülecek bir merkez olması gerekmektedir. 
Ayasofya önüne kurulan devasa çadır...

Dolayısıyla sadece bu döneme has bir "İstanbul'da Ramazan" projesi de tasarımlanmalı ve yönetilmelidir.

9 Mart 2010 Salı

"Koruma"dan Neyi Anlıyoruz?

Senelerdir ağzımızda ciklet olmuş bir kavram var: "Koruma"; "Tarihi Yarımadayı koruma"...

Acaba korumakla neyi kasdediyoruz diye merak ediyorum. Mimariyi mi? Doğal dokuyu mu? Elle tutulamayan kültürü mü? Sanat ve zanaatı mı? Hepsini mi?
"Kamu", zannediyorum, uzun yıllardır koruma derken mimari korumayı anlıyor. Bir eski eseri "restore" ya da "restitüe" etmeyi. Bu da o tarihi eserin bire bire yakın bir biçimde tekrar canlandırılması anlamına geliyor...

İstanbul, Bizans'tan beri son derece dinamik bir mimari geçmişe sahip. Bilhassa 15. yüzyıldan başlayan Osmanlı Mimarisi ahşap bazlı olduğundan hemen hemen tüm sivil mimari örnekleri en çok 100 yıl yaşayarak 20. yüzyıla gelene kadar yani en az 5 kere biçim ve tarz değiştirmiştir. Şu anda tarihi yarımadada mevcut olan ahşap sivil yapıların % 95'i yüzyıl başında yani 1930-40 yıllarında yapılmış örneklerdir. Tabii ki bu örnekler bu bölgede yaşanmış olan konut kültürünün bir örneği, ama acaba en doğru örneği mi?

1930-40 yıllarına baktığımız zaman tarihi yarımadanın terkedildiği İstanbul'da modern kentin kuzeye doğru kaydığı, hatta başkentin Ankara'ya taşınması, bu bölgede "tarihi eser niteliğinde bir mimarlık" yapılmış olabileceği konusunda sorular uyandırmaktadır. Tabii ki şehir hafızası çok önemlidir. Şehrin hafızasında belirli unsurların korunması önemli ve belki de zorunludur. Ancak gene de şehir hafızasının en baskın örneklerinden birisi olan ve şehrin modernleşmesinin ilk örnekleri sayılan Şişli'deki betebe mozaik kaplamalı kimliksiz apartmanların tümünü de korumak gerekir mi?

Tabii ki koruma sadece mimariyi korumak değil, şehrin dokusunun, hafızasının, kokusunun, yaşam tarzının korunması ise şu anda korunarak restore edilmiş olan tarihi yarımadada bu korunmuşluk duygusunu alabiliyor musunuz? Yok, eğer alamıyorsanız burada bir yerlerde yanlışlık mı yapıyoruz yoksa dostlar bizi alışverişte görsün duygusu mu vermeye çalışıyoruz?

Ben sanki öyle bir korunmuş İstanbul özlüyorum ki Osmanlı kültürünün tevazusuna sahip olsun, arastalarında ve Kapalıçarşılarında konusu dışında ürünler satılmasın, kimliksiz tabela ve aydınlatmalar olmasın, yüzyıllardır varolan zanaat gelenekleri devam etsin, bayramlarda ve önemli günlerde nitelikli şenlikler, esnaf alayları, bu kültürün yeme içme gelenekleri kırsallaştırılmadan ve şehre yakışır bir biçimde canlandırılsın, şehrimizi ziyaret eden yabancıların gözünü boyamak için çadır tiyatrosu kıyafetleri ve dekorları yapılmasın...