9 Mart 2010 Salı

"Koruma"dan Neyi Anlıyoruz?

Senelerdir ağzımızda ciklet olmuş bir kavram var: "Koruma"; "Tarihi Yarımadayı koruma"...

Acaba korumakla neyi kasdediyoruz diye merak ediyorum. Mimariyi mi? Doğal dokuyu mu? Elle tutulamayan kültürü mü? Sanat ve zanaatı mı? Hepsini mi?
"Kamu", zannediyorum, uzun yıllardır koruma derken mimari korumayı anlıyor. Bir eski eseri "restore" ya da "restitüe" etmeyi. Bu da o tarihi eserin bire bire yakın bir biçimde tekrar canlandırılması anlamına geliyor...

İstanbul, Bizans'tan beri son derece dinamik bir mimari geçmişe sahip. Bilhassa 15. yüzyıldan başlayan Osmanlı Mimarisi ahşap bazlı olduğundan hemen hemen tüm sivil mimari örnekleri en çok 100 yıl yaşayarak 20. yüzyıla gelene kadar yani en az 5 kere biçim ve tarz değiştirmiştir. Şu anda tarihi yarımadada mevcut olan ahşap sivil yapıların % 95'i yüzyıl başında yani 1930-40 yıllarında yapılmış örneklerdir. Tabii ki bu örnekler bu bölgede yaşanmış olan konut kültürünün bir örneği, ama acaba en doğru örneği mi?

1930-40 yıllarına baktığımız zaman tarihi yarımadanın terkedildiği İstanbul'da modern kentin kuzeye doğru kaydığı, hatta başkentin Ankara'ya taşınması, bu bölgede "tarihi eser niteliğinde bir mimarlık" yapılmış olabileceği konusunda sorular uyandırmaktadır. Tabii ki şehir hafızası çok önemlidir. Şehrin hafızasında belirli unsurların korunması önemli ve belki de zorunludur. Ancak gene de şehir hafızasının en baskın örneklerinden birisi olan ve şehrin modernleşmesinin ilk örnekleri sayılan Şişli'deki betebe mozaik kaplamalı kimliksiz apartmanların tümünü de korumak gerekir mi?

Tabii ki koruma sadece mimariyi korumak değil, şehrin dokusunun, hafızasının, kokusunun, yaşam tarzının korunması ise şu anda korunarak restore edilmiş olan tarihi yarımadada bu korunmuşluk duygusunu alabiliyor musunuz? Yok, eğer alamıyorsanız burada bir yerlerde yanlışlık mı yapıyoruz yoksa dostlar bizi alışverişte görsün duygusu mu vermeye çalışıyoruz?

Ben sanki öyle bir korunmuş İstanbul özlüyorum ki Osmanlı kültürünün tevazusuna sahip olsun, arastalarında ve Kapalıçarşılarında konusu dışında ürünler satılmasın, kimliksiz tabela ve aydınlatmalar olmasın, yüzyıllardır varolan zanaat gelenekleri devam etsin, bayramlarda ve önemli günlerde nitelikli şenlikler, esnaf alayları, bu kültürün yeme içme gelenekleri kırsallaştırılmadan ve şehre yakışır bir biçimde canlandırılsın, şehrimizi ziyaret eden yabancıların gözünü boyamak için çadır tiyatrosu kıyafetleri ve dekorları yapılmasın...