1926 İstanbul’u... Boğaziçi… Giritli göçmen bir anne, İstanbullu bir baba… Anne ev hanımı, baba terzi, Uzunçarşı’da (Mercan’ın üstü) askeri giysiler diken küçük bir atölyenin sahibi. Arnavutköy’de oturuyorlar. Güzel bir Haziran günü Olimpia doğuyor… Olimpia’nın diğer adı Nina. Büyüdüğü zaman herkes ona Bayan Nina diyecek… Nina, ilkokuldan sonra eğitimine Sainte Pulchérie Fransız Ortaokulu’nda devam ediyor. Tam bir mutlu aile tablosu.
1942 ve Varlık Vergisi… Ülkedeki azınlık nüfusu kapsayan Varlık Vergisi kanunlaştığında baba, ona tahakkuk ettirilen vergiyi ödeyebilmek ve Aşkale’ye sürgüne gitmekten kurtulmak için, ekmek kapısı olan kumaşlarının tümünü satıyor. 16 yaşındaki Nina ise ailesine yardım edebilmek için, okulu bırakıp, Beyoğlu’ndaki Hatay Pastanesi’nde kasiyer olarak çalışmaya başlıyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra genç yaşta Arnavutluk’tan Türkiye’ye göçen Ramiz Zoto, yani babam da o sırada, aynı yerde, şef garson olarak çalışmakta… Bu rastlantı evlilikle sürüyor. Önce Diana, sonra da ben aralarına katılıyorum…
Annem, daha sonra Desiree Pastanesi’nde çalışmış. Oradan sonra da emekli olana kadar Elmadağ’da, Divan Otel’in altındaki Divan Pastanesi’nde yöneticilik yapmıştı. Bayan Nina, 20 yıldan fazla sürdürdüğü bu dönemde, binlerce İstanbullu’nun doğum günü, nişan, nikah, düğün pastalarını, nikah şekerlerini hazırlatmış, selofanlar ve ipek kurdelelerle yaptığı ambalajların güzelliği, anılarda yer etmişti. Öyle ki bazı müşterileri Divan’a geldiğinde o sırada yerinde yoksa, “Bayan Nina geldiğinde gelelim biz o zaman” diye çıkar giderler, siparişlerini ertelerlerdi…
Annem, çok ilkeli bir kadındı. Benim eğitimimde belki bunun da çok büyük etkisi oldu. Öte yandan lise yıllarımda bir özel okula gitmem için de ciddi maddi destek vermişti.
Bayan Nina’nın en önemli özelliklerinden biri de son bir iki yılı hariç, onu evde dahi, pijamalı gecelikli, saçı başı dağınık, makyajsız görmek mümkün değildi. Bakımına da özen gösterir, kremlerini o zamanlar Sıraselviler’de cilt bakım ürünleri satan bir Fransız mağazasından alırdı. Hatta, şimdiki gibi bunların içleri bitince kutuları atılmaz, mağazaya götürülür, boşalan krem kapları orada doldurulurdu…
“Ânı yaşayan” babamın tam aksine, o hep yarını, hatta on yıl sonrasını düşünür, hayatını buna göre düzenlerdi. Öyle ki yaşlanıp rahatsızlandığında da hep “sonra”yı yani daha fazla yaşamamayı, kimseyi rahatsız etmeden öbür tarafa geçmeyi diliyordu… Dilediği gibi de gitti Bayan Nina…