Hizmet sektöründen bir insan... Ramiz Baba’yı anlatırken ne kadar tarafsız olabilirim, bilemiyorum. Çünkü birçok insana “baba”lık yaptıysa da o benim öz babam...
Ramiz Baba ile erken yaşlarımdaki baba-oğul ilişkilerimiz biraz sürtüşme, biraz kavga, bolca da sevgi doluydu. Böyle olması, babamın hizmet sektöründe, gerek servis elemanı gerekse işletmeci olarak çalıştığı işyerlerinde, benim de ya çaycı – kahveci, ya sigara satıcısı, paket servis elemanı ya da komi olarak ona yardım etmem yüzündendi.
Ramiz Baba’nın hiç kulağımdan çıkmayan bir sözü vardır. Lokantalarda servis yaparken ona yardım ettiğimde, bazen salatalara zeytin yağı yerine çiçek yağı (o zamanlar “Salat” yağı) koyarsam çok kızardı. “Baba, bunun ne olduğunu kimse anlamaz!” dediğimde, “Oğlum, anlamaz ama hiç kimse anlamasa yüz kişide bir kişi anlar, o zaman biz de rezil oluruz” sözü... O gün bu gün ayrıntılara dikkat ettiğim her an, hep o “yüz kişide bir kişi” aklıma gelir...
Babam, I. Dünya Savaşı’ndan sonra doğduğu ülke Arnavutluk’tan çok genç yaşta İstanbul’a göçmüş. O tarihten tam 63 yıl sonra, bir gün “Yahu, ben memleketimi çok özledim, bir müracaat edelim, belki vize verirler de gideriz” demişti. Vize başvurusundan iki yıl sonra izin çıktı. Böylece doğduğu topraklara 65 yıl sonra yeniden dönen, 4 yaşında iken bıraktığı kız kardeşini 69 yaşına bulan Ramiz Baba’yla müthiş bir hafta geçirmiştim. Bu unutulmaz anıyı burada başka bir yazıda paylaşmam gerek!
Ramiz Baba, karnı aç olanlara, bir de düğün yapmak isteyip de imkânı olmayanlara hiç dayanamaz, bu türlü sosyal hizmetlere kapısını her zaman açık tutardı. Bu da daha sonraları fizik olarak babama gerçekten çok benzediğim için, gittiğim birçok lokantada, “Sen Ramiz’in oğlu musun?” sorusuyla karşılaşıp, yemek sonunda ise “Bizim Ramiz Baba’ya çok borcumuz vardır, dolayısıyla bu yediğiniz yemeği borcumuza sayın” diye para alınmamasıyla bitmiştir.
Ramiz Baba Arnavutluk’tan geldikten sonra ilk olarak Tokatlıyan Oteli’nde komi olarak çalışmaya başlamış, sonra (Galatasaray Lisesi’nin karşısında, şimdiki Mado’nun bulunduğu yerde) Hatay pas
Ramiz Baba’nın müşterileri kapıda mutlaka onu görmek isterdi. Bu yüzden onun olmadığı zamanlar ne kadar iyi olursak olalım, müşteri hiçbir şeyden memnun kalmazdı. Yemek zanaatının psikoloji ile ilişkisi olduğunu ilk defa bu v
Ramiz Baba çok şık giyinirdi. Öyle ki bir müessesede ve bir patronla birlikte çalışırken, müşteriler patron o mu yoksa Ramiz Baba mı, şaşırırlardı. Esasen o zamanlarda servis elemanlarının izin günlerinde şehrin en iyi lokantalarına gidilir, en iyi masalarda oturulur, en pahalı yemekler se
yerdeki meslektaşları tarafından en iyi biçimde karşılanıp, ağırlanırlardı. Yemek boyunca, önce gidilen yerin başarıları öne çıkarılır, sonra da göze çarpan olumsuz taraflar tartışılırdı.
Ramiz Baba “Lokantacılıkta, ne kadar özen gösterirsen göster, her gece muhakkak en az bir masada bir vukuat olur, ya şarap bardağı masaya devrilir, et ya da balığın bir tarafı fazla pişip yanar, ya da kahvenin şekeri yanlış gelebilir” derdi.
Benim büyüyünce ya doktor ya mühendis olmamı isterdi. Ama turizm alanına yönelmemden de mutlu olmuştu. Ramiz Baba, son günlerinde “Sana bir şey bırakmıyorum, ama onurlu bir yaşam bırakıyorum” demişti. Armada Otel’in açılışını görseydi iyi olurdu. Şimdi Ahırkapı Lokantası’na giden koridorda asılı gülümseyen resmi ile geleni gideni sessizce izliyor...