17 Aralık 2014 Çarşamba

2015'e Girerken Paris'ten Bir Kesit

Galerie Lafayette,
Başaşağı Christmas ağacı!
Türkiye’de turizm potansiyeli olan kentler "yılbaşında aydınlatılmalı mı aydınlatılmamalı mı" tartışması varken, Paris’e -ki benim 13 yıl yaşadığım ikinci şehrime-, biraz iş biraz da turizm amaçlı kısa bir seyahat yaptım. İşte naçizane gözlemlerim:
  • Kentin aydınlatılması geçmiş senelerdeki kadar görkemli değil (tabii gene de İstanbul ile kıyaslanamaz). Yerel yönetimlerde bütçe kısıtlamaları görülüyor.
  • Aynı şey, büyük alışveriş mağazalarında da var. Görmeye alışılan sofistike vitrin süslemeleri ve aydınlatmalar yerine daha idareli bütçeler sarfedilmiş.
  • Alışveriş merkezleri dolu fakat insanların elindeki paketler eskisi kadar yoğun değil.
  • Bir Cumartesi akşamı saat 20.00’de taksi bulmak imkansız iken duraklarda en azından müşteri bekleyen 5-6 arabalık kuyruklar var. Avrupa’da bir ekonomik sıkıntı olduğu her halinden belli.

Les Cocaliers, Languedoc
Yiyecek - içecek: Geçen gün bu sektörden bir meslektaşım Paris’in iyi bir lokantasında alkol hariç, iki kişilik yemek için 700 Euro ödediğini, dolayısıya İstanbul’daki lokanta fiyatlarının makûl olduğunu söyledi. Ben bir Cumartesi günü Paris’in en eski ve en prestijli lokantalarından biri olan "La Tour d’Argent"da 4 kişi bir gastronomik öğlen menüsü ve 2 şişe 2005 Languedoc ​ (Les Cocaliers)​ şarabı dahil 520 Euro ödedim. Akşam olsaydı daha pahalı olabilirdi ama gene de Paris’te en iyi bir ​gastronomik ​ lokantada dahi makûl bir bütçeyle yemek yemek mümkün. Tabii her zamanki durağımız olan Mirama adlı Çin lokantasında “Ravioli aux Crevettes” çorbası ve Le Grand Colbert’de istiridye ​ve​ “Chateaubriand” yemeden de dönmedik...
La Tour d'Argent'dan Paris...


Konaklama: Bu seferki adresimiz de her zamanki gibi fiyat-kalite dengesinin mükemmel olduğu Hotel Langlois idi. ​


Kültür-Sanat: Klâsik müzeleri bir kaç kere gördüğümüz için Georges Pompidou’da Jeff Koons’un sergisini ve Frank Gehry’nin Louis Vuitton Vakfı için yaptığı Boulogne Ormanı’ndaki mimari şaheseri ziyaret etme fırsatı bulduk. Hava sıcaklığının -1 derece olmasına rağmen her iki etkinliğe de 1 saat kuyrukta bekleyerek girebildik. Bu da bu tür etkinliklerin şehir turizmine katkılarının ne kadar önemli olduğunun bir göstergesiydi.

Frank Gehry'nin eseri yapı hakkında geniş bilgi şurada! Arkada Karabey'ler, önde Müjde Mısırlı Zoto....

24 Nisan 2014 Perşembe

40 YILLIK BİR GECİKMEDEN SONRA...

Gençliğimde, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) Turizm Bölümü'nde çalışırken, Sultanahmet, Divanyolu Caddesi üzerinde bulunan ofisimizde, dünyanın her tarafından gelen gençlere, uluslararası öğrenci kartı, öğrenci tren - uçak bileti ve enformasyon hizmeti verirdik...
Hippi Yener'in Lokantası- Sultanahmet

Akşamları da yanıbaşımızda bulunan "Pudding Shop"ta veya Kurufasulyeci Hippi Yener'de, onların Avrupa'da başlayan ve Türkiye'den geçerek İran, Afganistan, Hindistan'da devam edip, Katmandu'da sonuçlanan gidiş veya dönüş öykülerini hayranlıkla dinlerdik... O zamanlarda böyle bir öykünün içinde kendimizi hayâl bile etmek imkânsızdı...

 2014 Şubat'ında, Gürel Yontan arkadaşım, Mart başında Hindistan'da, Radjastan bölgesinde bir kamyon ile yapılacak ve 20 gün sürecek bir seyahate çıkacağını, mütevazı otellerde, yerel halkın evlerinde ve çadırlarda konaklayacaklarını söyledi. Sonra da benim, böyle bir seyahat için Müjde'den (eşim) izin almamın dahi söz konusu olamayacağını ekledi!!! Her Türk erkeği gibi ben de böyle bir itham altında kalamayacağım için Internet'ten acentanın (Dragoman) sitesine bağlanıp, hemen o tura kaydımı yaptırdım! Tur, Yeni Delhi'de başlayıp Mumbai'de (Bombay) bitiyordu. Kamyon, bu tür geziler için özel olarak tasarlanmış; üstünde çadırlar, sağında ve solundaki her boşluk piknik masa ve sandalyeleri, mutfak ekipmanları ile donatılmıştı...
Kamyonumuz! "JOY CITY" HATIRASI! Bir TIR ve yanında bizim Kamyon...

14 kişilik grubumuza gelince... O tam bir "uluslararası karma" idi (Avustralya, Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre ve Türkiye!). En yaşlımız Gürel (75), en gencimiz de Lisa (21) idi...
"ELLORA"dayız... Oturanlardan sol baştaki Gürel... Ayakta, sağdan üçüncü de bendeniz...
Her gün sabah 05.00'de uyanıp, malzemelerimizi kamyona yükleyip yola koyuluyor ve 200 - 300 km yol alıyorduk.


Arada çölleri de geçtik... Hem de deve üzerinde!



Hindistan, tam bir kamyon cenneti! Bu kadar çok sayıda ve bu kadar büyük boyutlu kamyonu hayatımda bir arada görmemiştim. Yollar ise ya kötü ya da yapım aşamasında...

 Ortalama saate 30 - 35 km hız ve çok zorlukla yol alabiliyorduk... Bu süre içinde arada bir durup, halkın içine karışmaya da çalışıyorduk...
 
Kamyoncu lokantalarında dinlenip, yemek yiyorduk (şimdi o anların fotoğraflarına baktığımızda biraz dehşete kapılıyoruz!)...
Gürel ile... Bu somyalar hem yatak hem masa!
Akşamları da o günkü turun final noktasında ya çadırlarımızı kuruyor ya da eğer bir şehirde ve otelde kalıyorsak, daha önceki seyyahların tüyolarını okuyup, iyi bir yemek yeri bulmaya çalışıyorduk... Bu macera sırasında birgün, uluslarası vakıfların atölyelerinin birinde, bir tam günü çocuklarla birlikte geçirip, onların yaşam ve oyun alanlarını paylaştık... Bir başka gün, bir ailenin verdiği yemek kursuna katıldık, hep beraber Hint yemekleri yaptık ve yaptıklarımızı birlikte yedik.
Hint mutfağında amatör aşçı olmak!
Hindistan, 1milyar 300 bin kişinin yaşadığı bir ülke... Hinduizm, İsa'dan 1500 yıl önce doğmuş... 3 milyonun üzerinde tanrıları ve bir o kadar da efsaneleri var.
Bu topraklarda 190 milyonun üzerinde de müslüman yaşıyor. (Pakistan'dakinden daha fazla!)
En önemlisi, bu ülkede müthiş bir tarihi miras var! Her gün tapınakları, camiileri, türbeleri, sarayları geziyor...
ve her seferinde de gördüklerimize şaşırıp kalıyorduk... Ben yaşadığım bu coğrafyada, tezatların ne olduğunu iyi bilen bir milletin ferdiyim, ama Hindistan'da bu konuda bildiğim her şeyi unutmak zorunda kalıyorum...





Aslında bu Hindistan Turu'nun tamamı 85 gündü. Biz bu turun 20 günlük kısmına katıldığımızdan, yola devam edecek olanlarla Bombay'da vedalaştık... Evet, böyle bir tura katılmak için belki vakit biraz geç idi, olabilir ama ne demişler? "Geç olması, hiç olmamasından evladır!"